Fikirler hayatın malı oldukları müddetçe yaşarlar. Ortaya atılan her fikir, toprağa serpilmiş tohum gibidir. Tohum toprakla temas kurup, güneş enerjisinden istifade ettiği müddetçe yaşama gücüne sahip olabilir. Fikir de böyle... Hayatın içinden geldiği, hayatla irtibat kurabildiği ve hayatın malı olduğu nisbette hayatta kalabilir. Hayatın malı olmamış fikirler, toprağa kök salmamış tohumlar gibidir. Mutlaka bir gün kurumaya mahkûmdur. Medeniyetin dişlileri arasında ezilmekte olan yirminci asır insanı için bu sözün realiteden başka birşey olmadığı kanaatındayız.
Ne var ki, nice yıllardır biz müslümanlar Kur'an'la hayat'ın arasına yıkılmaz sedler çekmişiz Hele son asırlarda Kur'an-ı Mübine beşerin hayat kitabı olarak değil; mihrab nağmeleri, mezar duaları gözüyle baktık. O'nu sırf âhiret kitabı bildik. «Ölüler dini değil, bu din, dîn-i hayat» diyen Akif, müslümanların bu büyük derdini şu mısralariyle ne güzel ifade eder:
« Ya açar bakarız Nazm-ı Celîlin yaprağına,
Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına. »
Pakistan'ın büyük şairi Muhammed İkbal da : «Kusur İslâmda değil, bizim müslümanlığımızdadır.» der.
Şu halde, bu babdaki kusurlarımızı idrâk ederek Kur'an-ı Kerîm'in dünya ve âhireti içine alan hayat düsturu olduğunu bilmemiz ve o sonsuz kaynaktan azamî derecede nasibimizi almağa çalışmamız gerekiyor.
Şu bir gerçektir ki; Asr-ı Saadetin müslümanları, Kur'an-ı Kerîm'i hayat kaynağı, hayat düsturu, hayat kitabı olarak tatbik ediyorlardı. Onlar, hayatlarını «Kur'an'ın kumandasına teslim etmişlerdi. O yüzden de Kur'an-ı Mübîn, dualar manzumesi olarak değil, canlılık bahşeden bir hayat nizamı olarak cihandaki mümtaz yerini almıştı.
İşte, şehîd profesör Seyyid Kutub islâmın bu büyük derdine parmak basmak için Fizilal-il Kuranı yazmıştır
Fîzılâl-il Kur'an ne bir bilgi hazinesi, ne de bir rivayetler silsilesidir. O, sadece Kur'an-ı Kerîm'in hayat menbaı ve beşer hayatının öz malı oluşunun ifadesidir. Zaten S. Kutub'a göre, hayatın malı olmayan birşey üzerinde söz etmek fuzulîdir.
Müslüman Türk milletine takdim etmekle büyük iftihar duyduğumuz Fîzılâl-il Kur'an, tamamen bir dirayet tefsiridir. Prof. Seyyid Kutub asrımızın çöl haline gelen manevî yakıcılığı karşısında Kur'an'ın gölgesine sığınmış ve orada duyup yaşadıklarını kâğıt üzerine aktararak bu değerli tefsiri vücuda getirmiştir. Bu yüzdendir ki O'na, «Kur'an'ın Gölgesinde» manasına gelen «Fîzılal il Kuran» ismini vermiştir.
Merhum Seyyid Kutub'un vârisleri Türkiye'de bu eserin tercüme ve neşir hakkını önce şahıs olarak, bilâhere müessese olarak resmen bize vermiş bulunuyorlar. Müslüman Türk Milletine gösterdikleri bu büyük alâkadan dolayı kendilerini şükran ve minnettarlıkla yâd ederken büyük şehide de bol rahmetler dileğimizi tekrarlarız.
Fikirler hayatın malı oldukları müddetçe yaşarlar. Ortaya atılan her fikir, toprağa serpilmiş tohum gibidir. Tohum toprakla temas kurup, güneş enerjisinden istifade ettiği müddetçe yaşama gücüne sahip olabilir. Fikir de böyle... Hayatın içinden geldiği, hayatla irtibat kurabildiği ve hayatın malı olduğu nisbette hayatta kalabilir. Hayatın malı olmamış fikirler, toprağa kök salmamış tohumlar gibidir. Mutlaka bir gün kurumaya mahkûmdur. Medeniyetin dişlileri arasında ezilmekte olan yirminci asır insanı için bu sözün realiteden başka birşey olmadığı kanaatındayız.
Ne var ki, nice yıllardır biz müslümanlar Kur'an'la hayat'ın arasına yıkılmaz sedler çekmişiz Hele son asırlarda Kur'an-ı Mübine beşerin hayat kitabı olarak değil; mihrab nağmeleri, mezar duaları gözüyle baktık. O'nu sırf âhiret kitabı bildik. «Ölüler dini değil, bu din, dîn-i hayat» diyen Akif, müslümanların bu büyük derdini şu mısralariyle ne güzel ifade eder:
« Ya açar bakarız Nazm-ı Celîlin yaprağına,
Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına. »
Pakistan'ın büyük şairi Muhammed İkbal da : «Kusur İslâmda değil, bizim müslümanlığımızdadır.» der.
Şu halde, bu babdaki kusurlarımızı idrâk ederek Kur'an-ı Kerîm'in dünya ve âhireti içine alan hayat düsturu olduğunu bilmemiz ve o sonsuz kaynaktan azamî derecede nasibimizi almağa çalışmamız gerekiyor.
Şu bir gerçektir ki; Asr-ı Saadetin müslümanları, Kur'an-ı Kerîm'i hayat kaynağı, hayat düsturu, hayat kitabı olarak tatbik ediyorlardı. Onlar, hayatlarını «Kur'an'ın kumandasına teslim etmişlerdi. O yüzden de Kur'an-ı Mübîn, dualar manzumesi olarak değil, canlılık bahşeden bir hayat nizamı olarak cihandaki mümtaz yerini almıştı.
İşte, şehîd profesör Seyyid Kutub islâmın bu büyük derdine parmak basmak için Fizilal-il Kuranı yazmıştır
Fîzılâl-il Kur'an ne bir bilgi hazinesi, ne de bir rivayetler silsilesidir. O, sadece Kur'an-ı Kerîm'in hayat menbaı ve beşer hayatının öz malı oluşunun ifadesidir. Zaten S. Kutub'a göre, hayatın malı olmayan birşey üzerinde söz etmek fuzulîdir.
Müslüman Türk milletine takdim etmekle büyük iftihar duyduğumuz Fîzılâl-il Kur'an, tamamen bir dirayet tefsiridir. Prof. Seyyid Kutub asrımızın çöl haline gelen manevî yakıcılığı karşısında Kur'an'ın gölgesine sığınmış ve orada duyup yaşadıklarını kâğıt üzerine aktararak bu değerli tefsiri vücuda getirmiştir. Bu yüzdendir ki O'na, «Kur'an'ın Gölgesinde» manasına gelen «Fîzılal il Kuran» ismini vermiştir.
Merhum Seyyid Kutub'un vârisleri Türkiye'de bu eserin tercüme ve neşir hakkını önce şahıs olarak, bilâhere müessese olarak resmen bize vermiş bulunuyorlar. Müslüman Türk Milletine gösterdikleri bu büyük alâkadan dolayı kendilerini şükran ve minnettarlıkla yâd ederken büyük şehide de bol rahmetler dileğimizi tekrarlarız.